“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Birçok kültürde, bebek doğduktan hemen sonra göbek kordonu kesilmeden ve sarılmadan çıplak olarak annesinin çıplak tenine, karnına ya da göğsüne konur. Bu temas, bebeğin hayatta kalması, bedensel/ruhsal gelişimi için gereklidir. Ten tene temas adı verilen ve ilk dokunmanın yaşandığı en özel andır. Rönesans döneminin görkemli yapıtındaki(Eski Ahit’ten dokuz ayrı sahne, “Adem’in Yaratılışı” Michelangelo / fresk / 1511/ Sistina Şapeli-Vatikan) en özel dokunma imgesi ise kuşkusuz, Tanrı’nın elinin insanınkine dokunmaya en yaklaştığı o andır. Freud’a göre insanın benliği, bedensel duyumlarından inşa edilir. Dokunma da bunun çok önemli ve vazgeçilmez bir parçasını oluşturur. Konu dokunma olunca, beden ve deri işin içine girer. Deri, iç dünya ve dış dünya arasında canlı bir sınırdır. Yaşadığımız coğrafyada ve kültürümüzde de dokunmak, sarılmak, öpüşmek son derece tesirli ve yaşama cesareti aşılayan tüy kadar hafif anlardır. Hiç onaylamadığımız türden dokunmaların olabileceğini düşünsek de, her türlü masum dokunuşları zan altına almak haksızlık olacaktır. Temasa dair hassasiyetlerimizin tahlilini yapmak iyi sonuç verebilir; sevdiğim birine dokunduğumda ya da bana dokunulduğunda kendimi nasıl hissediyorum? Peki bana dokunulmasından hoşlanmıyorsam? Ya tersi, dokunuşun eksikliğini hissediyorsam? Bu sorular artabilir. Peki günümüzde ne yaşıyoruz? Pandeminin tehdidiyle alışkanlıklarımız, yaşam pratiklerimiz/ezberimiz bozuldu. Hastalık korkusunun tetiklediği uçurum derinleşti. Tembihlendik, temassız kaldık, birbirimizden uzaklaştık. Dibe vurdu morallerimiz, psikolojilerimiz, ekonomimiz… Salgın yasaklarıyla evlerde aylarca kapanıp, cansız ekran yüzeylerini parmaklayışımız, yalnızlığımızın diplerinde dijital temasa abanışımız… Yaşanan gerginlikler, vefatlar, küresel karantina… Hayatımız için kendi hayatlarını hiçe sayanların, görünmeyen düşmanla temaslı, yıpratıcı ve kutsal savaşı; umut oldu karanlığın içindeki ışığın varlığına, sevgi dolu gerçek dokunuşa artan özlemlerimize. Peki ya doğa ile temasımız? Ne yazık ki acımasızca. Talan eden, istilacı insanoğlu; doğal yaşamın, canlı türlerinin sonunu getirmek, iklim dengesini alt-üst etmek için yeryüzü ile temasını sorumsuzca sürdürüyor. Ülkelerarası sıcak temaslar da tüm canlıların hayatlarını tehdit etmeye katkı veriyor. Doğayla barışık, tüm canlılar ile uyum içinde yaşamak varken doğaya hükmetme hırsı ve savaşlar neden? O hırs ve gözüdönmüşlüğün sınırındaki insan, doğa ananın yıkıcı temasları ve afetleri karşısında çaresiz, aciz. Doğaya dokunuşlarımız onunla uyumlu ve saygılı olmalıdır. Ancak o zaman açılan yaraların derinleşmesini çok geç olmadan önleyebiliriz. Net bir gerçeğimiz var; nefes alabileceğimiz başka dünya yok. Oksijen alıp karbondioksit verdiğimiz her nefesle atmosfere dokunuyoruz. Soluduğumuz hava zararlı toz ve partiküllerle kirletildiğinde hassasiyetlerimiz artıyor. Çünkü nefes almayı bırakamayız. Varoluş sahnesindeki rollerimizi sağlıklı, uzun soluklu, sükunetle yaşamak için, yaşama tutarlı ve tutkulu dokunuşlarımız adına derin nefesin gücüne güvenmeliyiz. Bedenimizin tüm işlevleri için önkoşul nefes almaktır. Sanatçı için de nefes alıp-vermek kadar hayati olan, yaratma dürtüsüyle üretimine odaklanmasıdır. Plastik sanatlar disiplinlerinden hareketle, hayatlarımıza dokunan eserler; atölye ortamında, sanatçının eserine yoğun temasıyla, tek başına, aşkın ruh hali ve sancılı süreçlerin sonucunda hayat bulur. Kendimizi iyi hissedeceğimiz değerlere önem verdiğimizde, iç güzelliğimizin ışığı gözlerimizde parlar, ilişkilerimize de yararı dokunur. Paylaşıldığında da, maskelerimizin arkasına saklanmadan özgüvenli ve samimi sarılırız sımsıkı ruhumuzun derinliklerinde, çoğalırız. Tarihinde, uygarlıkların cömertçe temaslarını yaşamız Anadolu’nun zengin arkeolojik, coğrafi ve kültürel katmanları, denizlerimiz kadar engin sanatçıları her daim besler/ilham verir. Düşünsel dokunuşları ve heyecanlarıyla somutlaşan özgün sanat eserleri; sessiz bir şekilde hayatlara dokunur, iç dünyalar ile teması görünür kılar, fantezilerimizi tetikleyip, hayal gücümüzü harekete geçirir. Hayat damarlarımızı canlı tutar. Sosyal ortamlarda nerede duracağımızın dahi tarif/dikte edildiği korona kilitlenmesi günlerimizde, özgürlüğe açılan temas zenginliği sunar sanat. Sanat yargılamaz, cevap değil soru ve düşünce üretir. Okumasını bildiğimizde insanı zenginleştiren/çoğaltan temasının ne denli anlamlı ve kıymetli olduğunu idrak ederiz. Zihnimize işleyen, ruhumuzu besleyen dokunuşları içselleştirip, hayatı fethedebiliriz. Böylece tıkanan/donan enerjilerimiz yeniden akmaya başlar aşkla… Aşk da hep yeni bir başlangıçtır. Bedensel dokunuşla ruhsal enerjiler hareketlenir, ete can katar. Artık sadece bedenler değil, duygularıyla ruhlar da birbirine dokunur ve coşar. Tıpkı sanat aşkıyla coşan/taşan sanatçıların duygu yoğunluğuyla eserlerine dokunduğu gibi. Alarmart ruhunuza dokunmak için arzulu ve heyecanlı. Bu temastan kaçınmayın. Kendinizi ödüllendirilmiş hissedeceksiniz.
Serdar Leblebici / Şubat / 2021 / İzmir
Kaynakça;
Schmid, W. (2020). Dokunmanın Gücü Üzerine (Çev: T. Bora). İletişim Yayınları, İstanbul
Le Breton, D. (2016). Ten ve İz (Çev: İ. Yerguz). İkinci Baskı. Sel Yayıncılık, İstanbul
Öztürk, Z.K. Doğum Psikoloğu, Ten Tene Temas(TTT) hakkında bilimsel derleme.
Gültekin, I. Uzman Klinik Psikolog & Psikoterapist. Dokunmak Bizlere Neden İyi Gelir?(makale).